1

(Kitap İnceleme) İnsanın Anlam Arayışı - Viktor E. Frankl

insanin-anlam-arayisi-viktor-frankl

İsimlerimiz yoktu, bize verilen numaralardan ibarettik…

Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı İnsanın Anlam Arayışı. Okuduğumda beklediğimden fazlasını bulmuştum. Bu kadar zor bir hayata rağmen hayata tutunmak, neden benim başıma bunlar geliyor demek yerine bir amaç uğruna hayatta kalmak.

Kitabın Önsöz bölümünde şunlar aktarılıyor:

“Bu kitapta Dr. Frankl, logoterapiyi keşfetmesine yol açan kendi deneyimlerini anlatmaktadır. Her şeyini, ailesini kaybeden, bütün değerleri yok edilen, açlığın, soğuğun ve acımasızlığın altında ezilen, her an, her saat imha edilmeyi bekleyen bir tutuklu olarak Dr. Frankl, nasıl olur da yaşamı sürdürmeye değer bulabilirdi?” _İnsanın Anlam Arayışı (Önsöz, Syf: 7)

Kitabı önce isimsiz (anonim) yayınlamayı, sadece kampta verilen numarasını kullanacağını düşünen Dr. Frankl sonra bundan vazgeçmiş. “İstediğim tek şey somut bir örnek yoluyla okura, yaşamın, her durumda, hatta en acınası durumlarda bile potansiyel bir anlam taşıdığını anlatabilmekti. (Syf:14)” diyor.

Bu kitap şu soruya cevap vermeye çalışacak: Ortalama bir tutuklunun zihninde canlandığı şekilde, bir toplama kampındaki gündelik yaşam nasıl bir şeydi?

1940 yılında Polonya, Krakow yakınlarında inşa edilen ve çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu 4 milyondan fazla tutsağın imha edildiği ünlü Nazi Toplama Kampı Auschwitz, Dr. Frankl için şüphesiz çok şey ifade ediyor. “Auschwitz adı, dehşet verici olan her şeye karşılık geliyordu: Gaz odaları, krematoryumlar (ölü yakma odaları), katliamlar. (Syf:23)” diyor.

Kitapta çok önemli bir terim geçiyor “dikenli tel hastalığı”. “Kişisel inançlarımdan ötürü, kampa vardığım ilk akşam, tele koşmayacağıma yemin ettim. Bu deyim, en popüler intihar yöntemini anlatmak için kullanılıyordu: Elektrik yüklü dikenli tel çitine dokunmak. Auschwitz kampındaki bir tutsak, şokun ilk evresinde ölümden korkmuyordu. İlk birkaç günden sonra gaz odaları bile dehşetini kaybediyordu. Ne olursa olsun, bu dehşet onu intihar etmekten alıkoyuyordu.” (Syf:33)

Kitapta geçen bir başka önemli terim ise “af yanılsaması”. “Psikiyatride af yanılması denen bir durum vardır. İdama mahkum edilen bir insan, infazından hemen önce, son dakikada affedilebileceği yanılsamasına kapılır. Biz de umut kırıntılarına dört elle sarılmıştık ve sonuna kadar, çok kötü olmayacağına inanmıştık. (Syf:25)” diyor Dr. Frankl.

Kamp sakinlerinin rüyalarında en çok görülen şey neydi? Ekmek, pasta, sigara ve ılık banyo. Bu basit arzuların giderilmemesi, arzu giderici rüyaların görülmesine neden oluyordu. (Syf:43)

viktor-frankl-logoterapi

Kitabın bir bölümünde ağır çalışma koşulları ve belirsizlik nedeniyle zamanın göreceliliğini şöyle anlatıyor Dr. Frankl: “Daya büyük bir zaman birimi, örneğin bir hafta, daha hızlı geçiyor gibiydi. Kampta bir günün bir haftadan daha uzun olduğunu söylediğimde yoldaşlarım bana katılmıştı. Zaman deneyimimiz ne kadar çelişikti. (Syf:86)”

  • Bu cümleler bana askerliği hatırlattı. Askerde insan tam da böyle düşünüyor.
  • Bir başka hatırlattığı şey ise Einstein’ın cümleleri oldu: “Güzel bir kızla bir saat kadar zaman geçirin, bir dakikaymış gibi gelir. İzafiyet budur.”
  • Teoman’ın Paramparça şarkısı da tabii: “Nasıl oluyor vakit, bir türlü geçmezken; yıllar hayatlar geçiyor.”

Çok katı bir kamp kararından bahsediyor Dr. Frankl, intihara kalkışan birisini kurtarmaya yönelik çabaların kesinlikle yasak olduğunu söylüyor. Bu nedenle intihar girişimlerinin ortaya çıkmasını önlemek önemliydi diyor. Her intihar girişiminin arkasında anlamsızlık duygusu bulunmasa da, uğruna yaşamaya değer bir anlam ve amacın farkında olması halinde bireyin kendi yaşamına son verme dürtüsünün üstesinden gelinecektir diyor Dr. Frankl. İntihar konusunu en iyi bilen doktorlardan biri Dr. Frankl olsa gerek, çünkü kitabın bir bölümünde “Genç bir doktorken, Avusturya’nın en büyük devlet hastanesinde, çoğunluğu intihar girişiminden sonra kabul edilen ağır depresyonlu hastaların bulunduğu bölümün sorumlusu olarak dört yıl çalıştım. (Syf:154)” diyor.

auschwitz

Bizim için anlamlı bir yaşam nedir? Daha çok para kazanmak mı mesela? Tolstoy “İnsan Neyle Yaşar?” kitabında “sevgi” diyor; daha çok toprak daha az mutluluk sebebidir demeye çalışıyor. Kitaba dönecek olursak, Dr. Frankl ilerleyen otomasyon nedeniyle ilerde ortalama çalışanın boş zamanında büyük artış yaşanacağını düşünüyor ama bunun üzücü olan yanının ise insanların yeni kazandıkları boş zamanlarında ne yapacaklarını bilmemeleri diyor. Bu gerçekten önemli bir soru. “Süper İnsan” Kitabı, Yapay Zeka ve Cyborglar yazımda bu konuya biraz değinmiştim. Örnek olarak Sapiens ve Homo Deus kitaplarının yazarı ünlü tarihçi Yuval Noah Harari insanların iki şeye yöneleceğini söylüyor: “uyuşturucalar ve video oyunları”. Harari’nin söyledikleri insanlık için çok anlamlı ya da yeterli bir yaşam gibi gelmiyor kulağa. Bu nedenle otomasyonun, yapay zekanın ilerlemesi, hatta ölümsüzlüğü bulma çalışmaları devam ederken, belki de bir yandan kendimize anlamlı amaçlar da aramalıyız. Yazının devamında Dr. Frankl’in 3 (üç) önerisine de yer vereceğim.

Maaş ya da daha çok para kazanmaya çalışmak zaten konuyu açıklamak için tek başına yeterli bir sebep değil diye düşünüyorum ama işsiz olmak bazı durumlarda kötü olabilir. Dr. Frankl işsizlik nevrozu çalışmasına dair şu açıklamaları yapıyor: “İşsiz olmak, yararsız olmakla eşleştiriliyordu, yararsız olmak ise anlamsız bir yaşam sürmekle. Sonuç olarak hastaları, gençlik dernekleri, kamu kütüphaneleri ve benzeri işlerde gönüllü çalışma konusunda ikna etmeyi başardığımda, bolca sahip oldukları boş zamanlarını ücretsiz, ancak anlamlı bir uğraşla doldurmaya başladıkları an, ekonomik durumlarının değişmemesine ve duydukları açlığın aynı olmasına karşın, yaşadıkları depresyon ortadan kalkıyordu. Anlamsızlık duygusu, bir nevrozun belirtisi ve semptomu olmaktan çok, insan olmanın bir kanıtıdır diyebilirim. (Syf: 153)”

Kitapta toplama kampındaki yaşamını anlattıktan sonra ise logoterapi kavramını anlatmaya başlıyor Dr. Frankl. Bunun detaylarına çok değinmeyeceğim bu yazıda, kitabı okumanızı tavsiye ederim. Logoterapinin de ortaya koyduğu gibi;

Kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının 3 (üç) temel yolu vardır diyor yazar (Syf:157–158):

  1. Bir eser yaratmak ya da bir iş yapmak.
  2. Bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmek; başka bir deyişle, sadece işte değil, sevgide de anlam bulunabilir.
  3. Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir.

Bir röportajında şöyle diyor Dr. Frankl: “Çaresizlik, anlam olmadan acı çekmektir. Acı çekişlerinde bir anlam görebildikleri anda, onu bir başarıya dönüştürebilirler, trajedilerini kişisel bir zafere çevirebilirler.”

Kitabın sonlarında dünya iyi durumda değil diyor Dr. Frankl. Auschwitz ve Hiroşima bunun en önemli örnekleri. İkinci defa yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşayın.

Çizgili Pijamalı Çocuk (The Boy in the Striped Pyjamas)

Tekrar Auschwitz demişken, İnsanın Anlam Arayışı kitabında beni derinden etkileyen cümle hep şu olmuştur:

İsimlerimiz yoktu, bize verilen numaralardan ibarettik…

cizgili-pijamali-cocuk

Auschwitz’de geçen, çok beğendiğim, 2008 yılı yapımı bir film önerisinde de bulunayım son olarak: Çizgili Pijamalı Çocuk (The Boy in the Striped Pyjamas). Bu filmde olaylar iki küçük çocuğun gözünden anlatılıyor ve maalesef çizgili pijamalı çocuğun da kıyafetinde bir numara var ve toplama kampındaki askerler için bu çocuğun da yetişkinler gibi isminin bile ne olduğunun önemi yok, sadece bir sayı. Belki bu film de bir başka yazımın konusu olur.

Medium’da yazılarımı takip etmek isterseniz: medium.com/@sel.volkan

Volkan Sel

Merhaba, Bilişim sektöründe Analist olarak çalışıyorum, aynı zamanda blog yazarıyım. Mobil Uygulamalar, Oyun Tarihi ve Oyun Türleri, Mobil Cihazlar, Dijital Pazarlama, Usability gibi konular ile ilgilenmekteyim.

One Comment

Bir Cevap Yazın