Sağlam bir hikayesi olan oyunlara bayılıyorum. Sinematik bir dille ve harika müziklerle de süslenmişse daha bir fazla seviyorum bu oyunları. Oynanış da istediğim gibiyse tadından yenmiyor. Benim için işte böyle bir oyun Red Dead Redemption. Kimilerine göre de GTA’nın atlar üzerinde gezdiğimiz Vahşi Batı versiyonu.
Xbox Game Pass’e 7 Mayıs 2020 tarihinde geleceği duyurulan Red Dead Redemption 2 haberini gördükten sonra neden ilk oyunun hikayesini hatırlatmayım dedim kendi kendime. En azından ikinci oyuna başlamadan önce unuttuğunuz karakterler varsa ya da hikayede hatırlamadığınız önemli anlar varsa şöyle bir hatırlatayalım ve gelin biraz Red Dead Redemption (kısaca RDR olarak da bilinir) övelim diyorum.
Rockstar San Diego ile Rockstar North tarafından geliştirilip, Rockstar Games (evet GTA serisinden tanıyorsunuz Rockstar Games’i) tarafından yayımlanan Red Dead Redemption, Mayıs 2010’da Xbox 360 ve PlayStation 3 için çıkmıştı. Ben de o dönem PlayStation 3 versiyonunu oynamıştım ve yazının başında belirttiğim sebeplerden oyuna hayran kalmıştım. Harika bir Western filmi izlemekle kalmıyor, muhteşem manzaralar eşliğinde at sürerken arkada çalan şu enfes müziklerin keyfini çıkarıyor ve merak içerisinde hikayeyi oynamaya devam ediyordum. Durun şurada da paylaşayım da listeyi, bir yandan başlatın, yazının devamını okurken arkada bir güzel çalsın 🙂
Red Dead Redemption, 1911 yılının Vahşi Batı’sında, ABD ile Meksika sınırları civarında geçmektedir. Tam da sanayileşmede ve iletişimde önemli değişimlerin yaşandığı zamanlar. Artık atların yerini arabaların almaya başlamasıyla bir geçiş evresi baş göstermiş ve Western’in sonu yaklaşmıştır.
Oyunun sonlarındaki ufak bölümü saymazsak, oyun boyunca yönettiğimiz ve hikayesine tanık olduğumuz, Red Dead Redemption’ın baş karakteri John Marston’dır.
Scarface göndermesi sayılabilecek yaralı yüzü ve son derece etkileyici ses tonuyla John Marston’ı oyun ilerledikçe çok sevmeye ve karakteri içselleştirmeye başlarız (en azından benim hissettiklerim buydu) ancak unutulmaması gereken konu şudur; John zamanında önemli bir çetede (Van Der Linde Çetesi) yer almış eski bir kanun kaçağıdır. Yani aslında çok da masum biri sayılmaz ama artık bu olaylardan elini eteğini çekip ailesiyle mutlu huzurlu sakin bir yaşam sürdürmek isteyen birine dönüşmüştür.
Oyunun başlangıcında öğrendiğimiz üzere John Marston’un eşi Abigail ve oğlu Jack, devlet ajanları tarafından kaçırılır. Özgür bırakılmaları içinse ajan Edgar Ross ve Archer Fordham, John Marston’dan eski çete elemanları olan Bill Williamson’ı ve Javier Escuella’yı yakalamasını isterler. Geçmişinden kurtulamayan John da çaresiz bir şekilde bu teklifi kabul eder. Ama burada dip not olarak Edgar Ross’u unutmayın lütfen, oyun ilerledikçe karşımıza çıkacak çünkü.
İlk uğrak yerimiz Bill Williamson olur, Bill’i ölü ya da diri yakalamamız gerekmektedir. John Marston bu nedenle New Austin’e doğru yola çıkar, Bill ile konuşmaya çalışır ancak işler istediği gibi gitmez. Bill ve adamları John Marston’u vurup ölüme terk ederler.
Bir süre sonra bu bölgeden geçen çiftçi MacFarlane ailesi, John’u yaralı bir halde bulur ve onu olay yerinden uzaklaştırır ve iyileşmesine yardımcı olurlar. John da bu iyiliğe karşılık olarak çiftlikte bu aileye yardım eder. Bu bölümler biraz oyun süresini uzatan ve bazı oyun mekaniklerini öğrenmemize yardımcı olan, at ehlileştirme gibi birçok yan görevi yaptığımız bölümlerden oluşur.
Ailesine kavuşmak isteyen John Marston’ın çiftlikte geçirdiği zamandan sonra asıl görevine geri dönmesi gerekmektedir. Tek başına bu işlerin zor olacağını fark eden John Marston, Armadillo kasabasının şerifi Leigh Johnson, dolandırıcı Nigel West Dickens, zengin olmaya çalışan mezar soyguncusu Seth Briars ve sarhoş silah tüccarı İrlandalı’dan oluşan yeni ekibiyle Bill Williamson’ı yakalamak için bir plan yaparlar.
Bill’in kaldığı yere baskın yaparak herkesi öldürürler ancak Bill’in orada olmadığını ve eski çete üyelerinden Javier Escuela’nın yardımını almak için Meksika’ya kaçtığını öğrenirler.
John Marston bunun üzerine Meksika’ya gider, Bill Williamson’ı bulur ve öldürürler. Görevini yerine getiren Marston, ailesine kavuşabilmek için Blackwater’a döner ve ajan Edgar Ross ile konuşur. (Edgar Ross soldaki yaşlı olan)
Olaylar yine John Marston’ın beklediği gibi gelişmez. Edgar Ross, bu sefer de John’a eski çeteri lideri Dutch Van Der Linde’yi öldürmeden ailesini göremeyeceğini söyler. John Marston mecburen bunu da kabul eder.
John Marston, Edgar Ross ve Ross’un adamları Dutch’ın saklandığı mekana baskın yaparlar. John Marston, Dutch’ı sonunda bir uçurumun kenarında kıstırır.
Dutch uçurumun kenarında yaptığı son konuşmasında (“Our Time Has Passed, John…” demeye başladığı sahne) artık kendi zamanının geçtiğinden, ölümünün bir şeyi değiştirmeyeceğinden, kendisinden sonra bir başka canavarın yerini alacağından, para kazanmaları için düzenin böyle devam edeceğinden bahseder ve yakalanmaktansa ölmeyi yeğlerim der, kendisini uçurumdan aşağı bırakarak intihar eder.
Dutch’ı yakalama görevini de yerine getirmiştir John Marston ve artık ailesini görmesine izin verilmiştir. Ailesinin bulunduğu çiftliğe giden John artık olaylardan uzak mutlu mesut yaşamak istemektedir ancak bir gün ajan Edgar Ross’un çok sayıda eli silahlı adamlarıyla çiftliğe geldiklerini görürler. Anlaşılan odur ki eski çeteye ait kimsenin yaşamasını istememektedirler ve sıra son olarak John’a gelmiştir. “Ne yaparsanız yapın geçmişinizden kurtulamazsınız.” sözünü desteklercesine bir türlü huzuru yakalayamaz John Marston.
Ortalık silah sesleri ile karışınca John Marston, eşini ve oğlunu bir ata bindirerek hemen çiftlikten uzaklaşıp güvenli bir yere gitmelerini ister. Eşi, John’a beladan uzak durmasını söyler. John’un da istediği budur ancak bu pek de mümkün gözükmemektedir. Eşi ve oğlu uzaklaştıktan sonra John, Edgar Ross’un ve adamlarının karşısına çıkar. The Godfather filmindeki sahneye benzer şekilde sayısız mermi ile vurularak öldürülür.
Silah seslerini duyan eşi ve oğlu tekrar olay yerine geldiklerinde John Marston’ın cansız bedenini kanlar içinde yerde yatarken bulurlar ve John’u çiftliğin yakınlarındaki bir tepeye gömerler.
****************
3 yıl sonra…
John Marston’ın oğlu Jack Marston büyümüştür, babasının mezarı başındadır. Kamera biraz uzaklaşınca anlarız ki bu süreçte annesi de hayata gözlerini yummuş ve kocası John’un hemen yanı başına gömülmüştür. Annesinin neden öldüğüne dair bilgi verilmez oyunda.
Oğul Jack için artık intikam vakti gelmiştir. Edgar Ross’u bulup babasının intikamını almak için Blackwater’a gider. Edgar Ross’u bir nehrin kenarında bulur, ikili düello yapar ve Jack oracıkta Edgar Ross’u öldürür. Jack ordan uzaklaşmaya başlar ve oyun sonlanır.
Bu sahneden sonra bekleriz ki Red Dead Redemption 2 (kısaca RDR2)’de Jack’i oynamaya devam edelim. Ancak ikinci oyunun amacı başkadır. RDR2’de bir zamanlar John Marston’ın da olduğu bu çetenin geçmişi anlatılacaktır.
Hikayeyi burada sonlandırıyoruz. Red Dead Redemption 2’nin keyfini çıkarmaya başlayalım. Bir süre sonra ikinci oyunun hikayesiyle yeni bir yazıda devam edeceğiz.
Çıktığı dönemde at sürme keyfini çok iyi yansıtan Red Dead Redemption’da çok sayıda yan görev de bulunuyor. İsterseniz bunları da oynayabilir ya da dilerseniz GTA’dakine benzer şekilde amaçsızca da ortalıkta dolaşabilirsiniz. Oyunun Red Dead Redemption: Undead Nightmare adlı DLC’sini de oynayabilirsiniz ama hikayeye bir etkisi olmadığını belirteyim.
Eğer hikayeyi bir de videolu anlatımlarla dinlemek isterseniz Easter GamersTV Mete’nin ve Talha Aynacı’nın videolarını mutlaka izleyen derim. Talha Aynacı daha derin incelemeyi seven biri, yazıda kısa kestiğim Meksika detaylarını ve oradaki karakterleri videoda bulabilirsiniz. Merak etmeyin her iki video da RDR2 için bir spoiler yok, gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz 🙂
Son olarak Rockstar Games’in resmi sayfasındaki kısa hikaye yazısıyla sonlandıralım.
Bol keyifli, hikayeli oyunlar 🙂
Medium’da yazılarımı takip etmek isterseniz: medium.com/@sel.volkan
