İş hayatında mutsuzluk uygulamaları…
İşte sizi işinizden soğutacak bir kitap! Daha yazının başında bu kitabın ismini ve kapak fotoğrafını çok beğendiğimi söylemeliyim.Yeşil zemin üzerine siyah ve beyaz tonlarda değişik bir havası var. Kobay olarak paylaşılan görsel de sağ ve sol omuzlarımıza binen yükleri dengelemeye çalışan işçileri (ben bunu biraz da özel hayatla iş hayatını dengelemeye çalışan işçiler gibi yorumluyorum) temsil ediyor gibi.
Bir kitap incelemesi için tuhaf cümlelerle başlamış olabilirim ama kitabın bana hissettirdiklerini paylaşmak istedim öncelikle 🙂 Silikon Vadisi dizisinin senaristi Dan Lyons’ın Kurumsal Kobaylar adlı kitabına geçmeden önce, çalışma üzerine genel fikirlerin yer aldığı Çalışmanın Mitolojisi — Peter Fleming yazımı da incelemenizde büyük fayda var. Tam da 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda paylaştığım o yazıda çalışma hayatı ile ilgili önemli noktaları irdelemeye çalışmıştım. O yazıda aktardıklarımla bu kitap için söyleyeceklerim birbirini tamamlayan konular olacak.
Silikon Vadisi hepimiz için tatlı bir rüya. 2011’de Bilgisayar Mühendisliği bölümünden mezun olduğumda ben de birçok kişi gibi bir gün Silikon Vadisi’nde çalışmayı arzuluyordum ancak yıllar geçtikçe fikirlerim kısmen değişmeye başladı. Bu kitapta Silikon Vadisi ile ilgili o kadar çok olumsuz örnekler okudum ki belki de okurken farkında olmadan kendimi teselli etmeye başladım ve neredeyse Silikon Vadisi’ne gidememiş olduğuma sevinmek üzereyim. Yanlış anlaşılmasın, Silikon Vadisi’ne gidebilmek elbette hiç de kolay bir şey değil, ben sadece kitapta olumsuz taraflarının anlatıldığını vurgulamaya çalışıyorum. Bu arada kitapta şöyle bir bölüm var, milyarder bir risk sermayedarı olan Reid Hoffman’a göre Silikon Vadisi milyarderlerinin yarısından fazlasının kıyamet günü sığınakları var deniliyor. Acaba aralarında kıyamet kopacak diye korkup Şirince’ye gidenler olmuş muydu? Neyse konumuz bu değil 🙂
Maaş Uğruna Ölmek adlı kitapta şirketlerin çalışanlarını hasta eden hatta öldüren yönetim uygulamalarına izin verildiği söyleniyor. “Şirketler artık elemanlarının refahıyla ilgilenmek istemiyorlar. Yalnızca dirayetli, strese dayanıklı ve ne olursa olsun işine gücüne bakacak insanları işe almak istiyorlar. (Kurumsal Kobaylar, Syf:41)” deniyor kitapta. Çalışanlar için ne kadar kötü bir durum, değil mi?
Kurumsal Kobaylar kitabında, şirketlerin halka açıldığında sadece en tepedeki birkaç kişinin zengin olurken, geri kalanların avuçlarını yaladığına değiniliyor. Bunları Yeni Mukavele başlığıyla anlatmaya çalışıyor yazar.
Kitabın en ses getiren bölümü sanırım Sayfa:78’de yer alan Agile konusu. Ben de işim gereği uzun zamandır Agile projelerde çalışıyorum, bu nedenle bu bölüm oldukça ilgimi çekti. 2001’de orijinal Agile manifestosunu yazan yazılım gurularının bile artık Agile’ı anlamakta zorlandıklarını söylüyor yazar. Martin Fowler ile yaptığı röportajda Fowler’ın “Agile’ın %90’ının saçmalık olduğunu söyleyebilirim.” dediğini vurguluyor. Burada biraz kutsal kitap benzetmesi bile yapılıyor, İncil’in değiştirilmesi gibi Agile manifestosunun da değiştirilmiş olduğu açıklanmaya çalışılıyor.
Kitapta Agile metodoloji için neredeyse %100 olumsuz yönlerden bahsediliyor ama kendi adıma ufak bir açıklama yapma gereği hissediyorum. Projelerde plansız ilerlemektense Agile son derece iyi bir yöntem. Hatta son 5 yıldır yer aldığım projelerde kullandığımız Kanban ve Scrum ile projelerin çıktılarını daha hızlı görebildiğim, önümdeki işleri daha düzenli götürebildiğim ve zaman yönetimini daha iyi yapabildiğim için Waterfall’a göre çok daha beğendiğim bir yöntem diyebilirim. Ancak sprintler konusuna gelince yorumlarım biraz değişiyor. Kendi açımdan Agile’ın sorununun insanları biraz robot gibi görmesi olduğunu düşünüyorum. Belirlenen sprint sürelerinde bir önceki sprint’ten daha yukarısını yapabilirsek süperiz, ortalamayı tutturursak iyiyiz ama altında kalırsak oturup kim nerede performans kaybı yaşatıyor bulalım gibi bir duruma gidebiliyor mikro yönetimler yapıldığında.
Her sprint’te benzer performanslar göstermek kolay mesele değil. Benzetme yapacak olursak, bir futbol takımının da seri galibiyetler alması her zaman mümkün olmayabilir. Gol ortalaması maç başına 2,4 olan bir futbolcu (niye küsuratlı verdim bilmiyorum bu konuya çalışmış gibi yapayım, yol çalışmalarında yapıldığını düşündüğümüz gibi 🙂 ) bile her maçta gol atmamış olabilir, hatta takım maçı kaybetmiş de olabilir. Önemli olan bunların da kabullenildiği bir ortamda Agile uygulamak. Neyse konuyu çok dağıtmayalım, eğer teknik yazılar yazmaya başlarsam Agile metodolojine ve deneyimlerime o yazılarda detaylı yer veririm. Belki bu konular önümüzdeki yıllarda bizim sorunlarımız olmaktan çıkar, “Süper İnsan” Kitabı, Yapay Zeka ve Cyborglar yazımda aktardığım gibi duygularına yenik düşmeyecek robotların yazılımları ile oynayarak onların sprint rekorları kırmalarını sağlarız da talep sahiplerini mutlu ederiz.
Kitapta çalışanların mutsuzluklarına sebebiyet veren dört faktörden bahsediliyor. Bunlar:
- Para
- Güvencesizlik
- Değişim
- İnsandışılaştırma
Yukarıda saydığımız maddelerden bazıları belki size de tanıdık geliyordur. Peki şirketiniz size “Biz bir aileyiz!” diyor mu? Çok beğenerek üye olduğumuz Netflix demiyormuş örneğin, “Biz bir takımız, aile değil!” diyormuş. Siz bu iki cümle arasındaki farkları nasıl yorumlardınız? Yazarın olumsuz bakış açısını kitapta bulabilirsiniz. Netflix tek başına değil tabii, Spotify gibi başka örnekler de var.
Bahsettiğim gibi kitapta olumsuz olarak paylaşılan birçok durum var. Örnek olarak şirketlerin başına getirilen CEO’ların şirkette daha uzun kalmaları ve verimli olmaları için normal çalışanlardan farklı olarak şirketin hisse senedinden faydalanmaları. Vergilendirmelerde gelir adaletsizliği de yine başka bir olumsuz örnek.
Yazar “açık ofis” ortamında çalışmanın üretkenliği azalttığı ve insanları mutsuz ettiğine dair bir sürü araştırma sonucunun var olduğundan söz ediyor. Bu uygulamanın sebebini de daha az metrekareye daha çok sayıda insan sıkıştırarak genel masrafları düşürmeye çalışmak olarak yorumluyor. Bence bu konu da yine başka bir yazının ana konusu olabilir. İlk başta iletişimi ve fikir alışverişini kolaylaştırmak, tesadüfi karşılaşmalarla insanların/ekiplerin yenilikçi fikirler ortaya koyabileceği gibi olumlu yönlerinin vurgulanmaya çalışıldığı açık ofis tartışmalı bir konu. Ben mezun olduktan sonraki ilk çalışma masamı hatırlıyorum, 4 kişilik dikdörtgen bir masada her birimizin arasında masa ayıracı (separator) vardı, daha sonra bunlar kaldırılmıştı ama biraz daha büyük bir dikdörtgen masada 6 kişi oturmaya başlamıştık. Arada separator olmayınca her an herkes tarafından bölünme sayımız artmıştı ve odaklanmakta zorluk yaşayabiliyorduk ya da fatura bile ödemeye çalışırken hafifçe ekranı karartmaya çabaladığımız anlar olabiliyordu.
Konu hazır açık ofis meselesine gelmişken başka bir kitaba daha değineyim çok kısa. Pürdikkat ve Dijital Minimalizm kitaplarının yazarı bilgisayar bilimci Cal Newport, Pürdikkat kitabında bu konuyu aşağıdaki şekilde aktarıyor:
“Açık ofisler bireyler arasındaki işbirliği olanaklarını artırıyor olabilir, fakat buna karşılık muazzam bir dikkat dağınıklığına da sebep oluyorlar. Bu ifade The Secret Life of Office Buildings adlı İngiliz TV programı için gerçekleştirilen bir dizi deneyin sonuçlarından alıntı. (Pürdikkat, Syf:49)”
Yine Çalışmanın Mitolojisi kitabına değinecek olursak; iş yerleri sıkı bir düzene tabi olan hapishane ortamına benzetilmektedir ve ücretli bir işe girdiğimizde, başka biri yasal olarak zamanımızın büyük bir bölümünün sahibi olur. Açık ofis demişken, (Kurumsal Kobaylar kitabından bağımsız olarak) tam da böyle bir ortamda çalışan bir yazılımcının öyküsünü anlatan 1999 yılı yapımı Office Space (Ofis Çılgınlığı) filmini önereyim, henüz izlemediyseniz hemen izleyin! 2011 yılından beri kurumsal şirketlerde çalışıyorum ve bundan 21 yıl önce çekilmiş olan bu filmde hala kendimden çok şey buluyorum (sırf 1:51’deki kült sahne için bile izleyebilirsiniz 🙂 ) Filmde iş hayatında karşılaşabileceğiniz birçok sahne yer alıyor. Bu arada “1 milyon dolarınız olsa siz ne yapardınız?” 🙂
Kurumsal Kobaylar, okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap. Gerçekten kurumsal bir dünyadaysanız hak vereceğiniz bölümler bulacaksınız.
Son olarak kitabın orijinal dildeki kapak görselini de paylaşmak istiyorum. Bunun da görseli son derece anlamlı gözüküyor 🙂
İyi okumalar 🙂
Medium’da yazılarımı takip etmek isterseniz: medium.com/@sel.volkan
Görsel Kaynaklar:
- Unsplash.com
- reba.global
- hughesmarino.com